Şehir
hiç değişmemişti tıpkı çocukluğundaki gibiydi; krem rengi, boyası dökülmüş
binalar, kiremit kırmızısı kaldırım taşları ve aralıklarla dikili turunç ve
çınar ağaçları… Yaz güneşinin yakıp kavurduğu vakitte bile durakta bekleyen
veyahut bir yerden başka bir yere giden insan kalabalıkları olması gerektiği
halde evden çıkıp bir saatten fazladır yürümesine rağmen sokakta kimse ile
karşılaşmamıştı Samet. Şehir terk edilmiş bir yer gibiydi, bir nevi hayalet
şehirdi. Yolun karşısında mezun olduğu lise ve önünde mor çiçeklerini açmış
sarmaşıklar değişmeden eskiden nasıl canlı ise yine öyle duruyordu. Rüzgâr
yerdeki tozu ve beraberinde kuru yaprakları ağır ağır süpürüyordu. O da kendini
tıpkı rüzgârın savurduğu sararmış yapraklar gibi hissediyordu. İçinde adeta
ölmek üzere olan bir ruh taşıyordu. Okulu geçtikten sonra az ötede bir çınar
ağacının altında birini gördü. Ona yaklaştıkça çınar altındakinin dokuz on
yaşlarında bir çocuk olduğunu anladı. Çocuğun elinde kalınca bir ip vardı. İpi
bazen kendine çekiyor bazen ise serbest bırakıyordu. Bunu öyle tuhaf ve bir o
kadar korkutucu bir keyifle yapıyordu ki içini izahı zor bir ürpertinin
kuşattığını hissetti Samet. Ancak başta bu manzaraya pek de anlam verememişti.
Elindeki ipin uzandığı yöne bakınca ipin oldukça uzun olduğunu gördü ve ucunda
da kocaman bir çoban köpeği bağlı olduğunu gördü. Samet dayanamayıp çocuğa sordu:
“Ne yapıyorsun
sen?”
Çocuk yüzünde alaycı bir gülümsemeyle,
“Oyuncağımla
oynuyorum.” Bak!
İpi gevşetiyorum öte yana koşuyor, özgür olduğunu düşünüp seviniyor, sonra
ipini kendime çekiyorum, zavallı şaşkın ve aciz bir şekilde ipe boyun eğip geri dönüyor. Ne olduğunu
dahi anlamıyor.” diye karşılık verdi ve Samet’e dönüp sordu.
“Sence de eğlenceli değil mi?
Aldığı
bu cevap karşısında afallayan Samet,
“Elbette eğlenceli değil. Kaldı ki, o bir oyuncak değil senin benim gibi bir
canlı,” diye karşılık verdi öfkeyle.
“Hâlbuki bence eğlenceli,”
dedi çocuk omuz silkerek.
“Git arkadaşlarınla oyna zavallı bir
köpekle değil. Yazık hayvana!”
dedi sert bir şekilde.
Çocuk
canı sıkılmış bir şekilde köpeğin ipini bıraktı. “Yarın nasıl olsa yine buralarda olacak, gelip yine onunla oynarım,” dedi
sinsi bir gülüşle. Bunu söylerken onun gözlerinin içine bakıyordu.
Samet, ilk gördüğünde çocuğa acımasına rağmen çocuğun
davranışlarında bakışlarında normal olmayan insana korku veren bir şeyler
hissediyordu. Bu yüzden oradan hemen uzaklaşmak isteğindeydi. Çocuk, bakışlarındaki ve titreyen sesindeki
korkuyu sezmişçesine onun yüzüne baktı.
“Benden korkuyorsun,” dedi. Bunu alaycı bir şekilde söylemişti çocuk.
Samet
bu söz üzerine bir an duraksadı ve çocuğa küçümseyici gözlerle baktı ve güldü.
“On yaşındaki bir çocuktan korkuyorum,
öyle mi? Asıl senin korkman gerekir. Neyse çocuk, sana ayıracak vaktim yok! Sen
de evine git. Bak ortalıkta senden başka bir Allah’ın kulu yok.
“Neden korkayım, sen gelmeden önce
benden ve oyuncaklarımdan başka bir şey yoktu. Sen geldin sonradan yanıma,” diye karşılık verdi. Çocuğun bu tavrından iyice sıkılan Samet
çocuğa öfkeli bir bakış attı ve onun yanından ayrıldı. Yalnız daha
uzaklaşamadan beyninin içinde çocuğun sesinin yankılandığını hissetti ve
durdu ve çocuğa dönüp ürpertiyle baktı. Çocuğun bakışlarının değiştiğini ve
soluk mavi gözlerinin daha da parladığını gördü ve sebebini açıklayamadığı içindeki
tedirginliğin korkuya dönüştüğünü, bedeninin iyiden iyiye gerildiğini hissetti. Sonra bir an çocuk Samet’in yanında
beliriverdi ve ona Sur sesini duyup duymadığını soruyordu. Samet, “Ne
sesi?” diye sordu hayretle. “Sur
çaldığında o evde olmazsa Ruh Hırsızının onun ruhunu çalacağını,” söyledi çocuk
korkuyormuşçasına. İnsanların çoğu bu acımasız sinsi varlık yüzünden ruhlarını
kaybetmişti. Bu yüzden ortalıkta insanların dolaşmadığını, insanların o sesi
duyduğunda saklandıklarını söyledi. Çocuğun bu söyledikleri Samet’e pek
inandırıcı gelmemişti. Öyle bir şey
olsaydı bilirdi. “Ruh hırsızı mı? Çocuk çok fazla korku filmi izlemiş
herhalde” diye içinden geçirdi. Kaldı ki Çocuk bunları alaylı bir şekilde
söylemişti. Ancak ortalıkta kimsenin olmaması onun kafasını karıştırmış, içine
kurt düşürmüştü yine de. Kendisine eşlik etmesi için çocuk bir şekilde onu ikna
etmişti, dahası kandırmıştı. Şimdi zoraki onu evine kadar bırakacaktı. Samet
inanılmaz derecede gergindi; tüm vücudunun her adımda sarsıldığını
hissediyordu. Öte yandan çocuk eğleniyordu sanki ve oynayıp zıplayarak ilerliyordu.
Az müddet sonra çocuk birden duraklayıp eliyle başını kaşıdı ve Samet’in yüzüne
dikkatle bakıp sordu,
“Neden
yüzünde maske var senin? Zorla mı taktılar yoksa sen isteyerek mi taktın?”
“Yüzümde maske yok.
Nerden çıkardın bunu,”
dedi Samet istemsizce ve biraz da kararsız bir şekilde. Çocuk güldü ve acıyarak
onun yüzüne bir kez daha baktı.
“Zor değil mi
maskeyle yaşamak,”
diye sordu çocuk alaylı bir şekilde. O da eliyle gayri ihtiyari yüzüne dokundu;
çocuk haklıydı yüzünün derisine işlemiş bir şey vardı. Dehşete kapılmıştı
Samet. Hızla yüzüne tekrar dokundu; kirli sakallarını hissetmiyordu. Yüzünde
soğuk sert camsı bir şey vardı. Bu arada
şehir parkına varmıştılar. Şehir parkında hava giderek daha puslu ve karanlık
bir hal almaya başlamıştı dahası hava giderek daha soğumuş ve Samet’in
iliklerine işlemeye başlamıştı. Çocukta ise hiçbir üşüme belirtisi yoktu.
Parkın girişine gelince çocuk durdu ve etrafa bakındı. Sonunda aradığını
bulmuşçasına sevindi. Soğuktan tir tir titreyen yol arkadaşına parkta bir
noktayı gösterdi. Oldukça yaşlı beyaz
bir smokin giymiş bir adam parkın içinde çiçeklere öylece bakıyordu, bir türlü
dokunamıyordu onlara; elini ne zaman çiçeklere dokunmak için uzatmak istese bir
şey onu alıkoyuyordu ve o da hızla elini geri çekiyordu. Çocuk bir kahkaha atıp
“Hadi
amca yapacaksın sonunda! Sana güveniyorum,” diye bağırdı yaşlı adama alaylı
bir şekilde.
“Sen ne
yaptığını sanıyorsun? Niye yaşlı adamla alay ediyorsun,” dedi Samet kendini
tutamayarak.
O hep bu parktadır ve hep bu haldedir,”
dedi sırıtarak
çocuk.
“Hani insanlar korkudan saklanıyordu?
Bu adam burada ama” “Ben insanlar korkar dedim; ruhsuzlar korkar demedim!”
Çocuk
yol arkadaşının anlamadığını fark etti.
Samet çocuğun yüzüne aval aval bakıyordu.
Çocuk,
“Beden ölmeden de ruhunu yitirir. Bu
adamın duygularını Ruh Hırsızı ondan çalmış; o artık et parçası, bir leş ve
bedeni de çürüyünceye kadar benzer hareketleri yapıp duracak,” dedi
gülerek. Samet hâlâ anlam çocuğun dediği şeylere verememişti, dahası bu
sözlerin onu tiksindirdiğini hissetti. Yol arkadaşından beklediği tepkiyi
alamayan çocuk tüm şevkini kaybetmişti. Samet’e dönüp,
“Devam edelim, beni daha eve
bırakacaksın,”
dedi çocuk emrivaki bir şekilde.
Şehir parkından uzaklaştıkça karanlık giderek
daha da artmıştı; göz gözü görmez hale gelmişti. Cebinden telefonunu çıkaran Samet, onu
fenerinin ışığı önlerini aydınlatacak şekilde tuttu ve anında canı sıkılmış
olarak yürüyen çocuğa bakıp “Senin evin
nerede?” diye sordu.
Seninle
güzergahımız aynı,”
diye cevapladı çocuk sırıtarak. Samet
kaşlarını çatıp hırsla, “Madem öyle niye
beni bu tarafa yönlendirdin?” diye sordu.
Çocuk,
“ben seni yönlendirdiğimi ya da senin bana bu konuyla ilgili önceden bir şey
sorduğunu hatırlamıyorum,” dedi sakince ve Samet’e dönüp fenerin ışığının
gözlerini rahatsız ettiğini belirtti. Sonra da parmağını şıklattı ve hava
aydınlanıverdi. Çocukta onu rahatsız
eden, ürperten bir şeyin varlığını hep hissetmişti ama bu farklı bir şeydi.
Artık emindi, bu insan olamazdı. “Bir cin
mi, melek mi neydi?” diye düşündü. Çocuk tek parmak şıklatmasıyla geceyi
gündüze çevirmişti. Samet olduğu yerde kalakalmıştı; hayretle ve daha çok
korkuyla çocuğa bakıyordu. Şoku az da olsa atlatan Samet “Sen nesin?” diye sordu korkuyla. Çocuk, “sıradan bir çocuk sadece,” diye
karşılık verdi gülerek. Samet histerik bir kahkaha attı. “Bir çocuk bunu yapamaz,” dedi Samet hayretle. “Bunu sen istedin ve yaptın ben değil,”
diye cevapladı çocuk omuz silkerek.
“Nasıl ben istedim ve yaptım?” dedi Samet
çocuğun dediklerine bir anlam veremeyerek hayretler içinde.
“Ah zavallı! Daha
ne isteyip ne istemediğini bilemiyorsun ama yakında ne istediğini
öğreneceksin,”
diye karşılık verdi çocuk alaylı bir şekilde gülerek. Bacak kadar velet onunla
alay ediyordu. Bu anlaşılmaz tavır ve konuşma Samet’in çok zoruna gitmiş az
önceki korku ve şaşkınlığın yerini öfke almıştı. Gerçi sabahtandır yaşadığı
hiçbir şeye anlam verememişti. Neyse ki hava artık aydınlanmıştı ve çocukla
yola ilk çıktıkları etkinin üzerinde giderek azaldığını hissediyordu.
“Ben evime
gidiyorum, hem karanlık değil, sen de kendi evine gidersin artık. Zaten bana
ihtiyacın yokmuş senin,”
dedi Samet üzerindeki bir yükten kurtulmuş ve rahatlamış hissederek.
Çocuk
da Samet’e dönüp, “Bu sefer Güzergahımız
aynıydı sadece,” dedi bir şey ima edercesine.
Çocuğun
son dediğini kulak ardı etti ve çocuktan kurtulmak için adımlarını hızlandırdı.
Nihayet ileride bir yerlerden insan sesleri duyuyordu Samet. Şehir stadının az
ilerisinde bir cami fark etti. Bir caminin bahçe duvarı alçaktı ve cami
avlusunda namaz kılan birkaç adam görünüyordu. Arkada bıraktığını düşündüğü
çocuk bir bisikletin lastik tekerleğini sopayla kovalayarak onun önünden geçti
ve Samet’e dönüp bağırdı.
“Sen öyle zannet onlar sadece ruhsuzlar;
onlar ruhsuz et parçası.”
Az
önce hızla Samet’in önünden geçen çocuk cami avlusundaydı ve elinde daha
uçamayacak kadar küçük yavru bir kuş tutuyordu. Onu adamlardan bir tanesinin
önüne bıraktı, adam başını yere götürürken yavru kuşu ezdi, zavallı kuş
oracıkta ezilerek öldü ve ruhsuz alnında kuşun kanıyla başını yerden kaldırdı.
Görüntü gerçekten korkunçtu. Gördüğünün
şokuyla kendini kaybeden Samet,
“Git başımdan lanet
olası! “Şeytan mısın, nesin sen?” diye
hiddetle bağırdı ona.
Çocuk, “Hayır,
Şeytanın ruhsuzlarla işi olur mu, sence?” diye karşılık verdi gülerek.
“O zaman uyarıcı mısın?” diye sordu sesi titreyerek.
“Kendine
bazı ahmaklar gibi kutsallık payesi atfetme, sadece yanlış zamanda yanlış
yerdesin,” diye karşılık verdi sırıtarak.
Samet
ne diyeceğini bilemiyordu. Çocuk da
Samet’e olan ilgisini yitirmişti anlaşılan.
Az ileride kurulu bir pazar yerine girdi. Bunu gören Samet rahatladığını
hissetti. “Şükür kurtuldum o ecinniden” diye
içinden geçirdi ve evine doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ne kadar uzun
bir gün olmuştu Samet için. Eğer bu bir
rüyaysa hemen bitsin istiyordu. Samet bir kez daha erken sevinmişti: Az önce
pazara girip gözden kaybolan çocuk, elinde süslü çantasıyla pazar yerinden
çıkan kürk mantolu süslü bir kadının omzunda oturmuş, kadının saçını çekiyor ve
onun yüzüyle oynuyordu, Samet’in kendisini fark ettiğini görünce ona bakıp
sırıttı.
“Ruhsuz bir et parçası, başka bir şey değil.
Sana benden bir de öğüt "Gör şeytanın gör dediğini,” diye bağırdı
coşkuyla.
“Sen şeytan olduğunu kabul ediyorsun
sonunda demek,” dedi
Samet iğrenerek.
Çocuk ona dönüp,
“Bu sadece bir
deyim ve bir şey daha seninle yakında buluşacağız
gibi duruyor ama o vakit daha çok eğleneceğiz, en azından ben” diye
karşılık verdi. O an bir ses gök yüzünde yankılandı; çocuk sanki buhar olup
kaybolmuştu ve sabahtan beri var olan o kasvetli tuhaf hava yok olmuştu. Samet
o an çocuğun aslında doğru söylediğini anladı. Tuhaf bir varlık vardı ve o
çocuğun ta kendisiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Her samimi yorum değerlidir,yorumunuz için teşekkürler